Savunma Kavramının Tarihteki Vazgeçilemez Konumu ve Gelişimi
İlkel toplumlardan günümüze tüm toplumsal örgütlenme biçimlerinde “ceza adaleti”, o toplumsal örgütlenmenin yapılanmasına ve işleyişine egemen olmuş, üstün gücün mutlak olarak sahip olduğu bir egemenlik alanı olarak kabul edilmiştir.
Bu süreç içinde bireye bağlı devredilmez, dokunulmaz, kısıtlanamaz haklar arasında yer alan savunma hakkının gelişimi, iktidarın cezalandırma adaleti anlayışı karşısına savunma adı verilen karşı gücü çıkarmıştır.
Günümüzde “cezalandırma kudreti” ve “savunma” biri diğerinin varlığını sorgulayan, sarsan, tehdit eden iki zıt güç olarak gelişmekte, bu kapsamda savunma, cezalandırma kudretinin karşı gücü; cezalandırma kudreti de savunmanın karşı gücü olarak görülmektedir.
Bu nedenledir ki, insanlık tarihi boyunca iktidar gücünü elinde tutanlar, toplum düzeninde adaleti sağlayacağı umulan “yargı”nın örgütlenmesinde ve işleyişinde “savunma”yı dışlamışlar, onun bağımsız bir güç olarak yapılanmasının önüne tükenmez engeller dikmişlerdir.
Savunma hakkı, tarihin ilk dönemlerinden beri kamu gücünü elinde tutan, erk kullananlarla bunlara nazaran güçsüz ve yalnız olan birey arasındaki verilen mücadele ile gelişmiştir. Savunma hakkının şahsında somutlaşmış olduğu ceza muhakemesi süjesi olan müdafi, her dönem diktatörlerin, tiranların, otoriter ve totaliter yönetimlerin ezmeye çalıştığı insanlık onurunun savunucusu olmuştur.
Bu mücadele sonucu, insanlık alemi demokrasi, çoğulculuk, insan haklan ve adil yargılanma gibi kavramlarla tanışmış, susma hakkı gibi şüpheli ve sanık hakları gelişmiştir.